Nareg Değirmenci Prof. Dr. Tuğba Bağcı Önder’in araştırma grubunda 2018’den bu yana kanser çalışmaları yapmaktadır. Moleküler Biyoloji ve Genetik Yüksek Lisans programında başlayan birliktelikleri şu anda Nareg’in doktora programında da devam etmekte ve tezini Prof. Dr. Bağcı Önderin danışmanlığında yazmaktadır.

Nareg: Bilimde cinsiyet eşitliği sizin için ne ifade ediyor?
Tuğba: Benim için bilimde cinsiyet eşitliği, kadınların ve erkeklerin eşit hak ve fırsatlara sahip olduğu bir çalışma ortamının sağlanmasını ifade ediyor. Ayrıca, bilimde sadece akademik pozisyonlarda değil, kararların alındığı ve tüm çalışanları etkileyen yönetsel pozisyonlarda da kadın liderlerin söz sahibi olması anlamına geliyor benim için.

Kimsenin karşısındakinden cinsiyeti veya yaşam biçimi yüzünden ayrıştırılmadığı, el ele ve takım olarak kadının ve erkeğin beraber çalışabildiği bir dünyayı ifade ediyor. Kadınların görünürlüğünün desteklendiği, takdir ve teşvik edilebildiği bir dünyayı ifade ediyor.

Nareg: Sizin akademik eğitim döneminizde yaşadığınız zorluklar ile şu anki genç bilim kadınlarının yaşadıkları durumlar arasında benzerlikler veya farklılıklar var mı? Sizce iyiye doğru bir değişim var mı?
Tuğba: Bu soruyu içinde yaşadığımız toplum normlarına göre mi, yoksa çalıştığım kurum olan Koç Üniversitesi’nde edindiğim deneyimlerine göre mi cevaplamalıyım bilmiyorum. Bizim çalışma ortamımızda, genç bilim kadınlarının varlığı kesinlikle hissediliyor. Laboratuvarımda benimle birlikte çalışan ekibimin çoğu kadın. Kimse, cinsel veya etnik kimliğine, yaşam tercihlerine bağlı olarak değerlendirilmez bizim laboratuvarda. Neysen o’sundur. Azimle, tutkuyla çalıştığın sürece önün ve yolun açıktır. Adeta toplumda olmasının hayalini kurduğumuz küçük bir kesittir bizim laboratuvarımız. Bilimin birleştirici, iyileştirici gücünden ilham alırız. Bu elbette çok iyi bir değişim.

Ben ABD’de doktora öğrencisi iken hiçbir sorun yaşamadım; aksine çok teşvik eden ve insana değer veren bir mentor ile çalıştım. Doktora sonrası araştırmacı olarak çalışır iken aynı huzur ve özgürlük ortamından ziyade, oldukça stresli bir çalışma ortamı gözlemledim. Ancak, kendimi düzgün ifade yollarını geliştirdim ve bu deneyimden geleceğe yönelik dersler çıkardım. Laboratuvarımı kurduğumda uygulamak istediğim en önemli ilkenin “fırsat eşitliği” olduğuna karar verdiğim bir dönemdi.

 

“Cinsiyet eşitliği”, dünyanın pek çok yerinde hala sadece sözde kalan ama eylemlerde kaybolabilen bir konu. Doğu ülkelerinde belki bu kültürel farklılıklardan ötürü sizleri şaşırtmayabilir, ancak Batı ülkelerinde, Avrupa’da bile, çok yakın zamana dek içselleştirilememiş bir konu. Örneğin, ilk çalışmaya başladığım zamanlarda İtalya’da bir kongreye gittim, kanser araştırmaları üzerine. İnanır mısınız, tüm konuşmacılar erkekti. Bizimkisi gibi, kadın araştırmacıların, bilim insanlarının oldukça yüksek sayıda olduğu bir alanda, önemli bir kongrede konuşacak yeterliliğe sahip bir bilim kadını hiç mi yoktu? Konferans geri bildirimleri sırasında bu konuya değindim, hayal kırıklığımı dile getirdim. Belki tesadüfen belki değil, bir sonraki sene “Women in Cancer Research” ödülü başlatıldı bu sempozyum için.

Her şeye rağmen, dünya genelinde, gerek bilim alanında gerekse başka alanlarda, bir farkındalık artışı olduğunu görüyorum. Ülkemizde de bu konuda pek çok güzel örnek var, Koç Üniversitesi de bunlardan biri.

Nareg: Akademik hayatınıza etki eden, ilham aldığınız kadınlar kimler, bize onlardan bahseder misiniz?
Tuğba: Elbette ünlü bilim kadınlarından ilham alıyorum, her bilim insanı gibi ben de tarihte fark yaratmış kişilere saygı duyuyorum, etkileniyorum. Ancak bu soruya cevabım biraz daha farklı. Her zaman bana ilham veren kişilerle çevrelendim sanırım. Ev-iş dengesini iyi yönetebilen, kendisine yüklenmeden, yeterliliklerini sorgulamadan, kendisinden şüphe etmeden cesurca ve güvenle ilerleyen tüm meslektaşlarımdan ilham aldım, alıyorum.
Nareg: Benim yaşımdaki halinizle karşılaşma imkânınız olsaydı ona ne tavsiye ederdiniz?
Tuğba: Kendine güvenmesini, gücünün ve yeteneklerinin farkında olmasını tavsiye ederdim. Daha yolun başında olduğunu ve aslında hayatın biz plan yaparken bize sunduklarından ibaret olduğunu da eklerdim.
Nareg: Akademik kariyerinizdeki en gurur verici anlarınızdan birini ve bunun sizi bir bilim kadını olarak şekillendirmede nasıl yardımcı olduğunu bizimle paylaşabilir misiniz?
Tuğba: Benim için mezuniyetlerin yeri ayrı sanırım. Önce kendi doktora mezuniyetimde çok gururluydum, ismim okunup da sahnede doktora hocam tarafından giydirilen “hood”umu taktığımda çok duygulanmıştım. Ancak bunun daha büyüğünü ilk öğrencimi mezun ettiğimde yaşadım.

Biliyorsunuz Koç Üniversitesi mezuniyet törenleri harikadır, oraya ilk kez “hoca” olarak katıldığımda gururlandım, kendi öğrencime diploma verirken gözlerim doldu.

Bilimin kendi kariyerimde ilerler iken etrafımda fark yaratma fırsatı sunması benim için çok kıymetli.
Bir kadın olarak kendimi şanslı hissediyorum, sevdiğim istediğim mesleği gerçekten özgür ve eşit bir ortamda yapabildiğim için.

Tuğba: Ülkemizde bir kadın lisansüstü öğrenci olarak yaşadığın en büyük problem nedir?
Nareg: Lisansüstü kadın öğrenciler olarak aslında en büyük problemlerimizden bir tanesi sadece bize özel olmamakla birlikte bilimde her seviyedeki kadın için geçerli. Bilim dışında düşünmeniz ve ilgilenmemiz gereken çok fazla şey olması. Bunlar genel olarak tüm kadınlara atfedilen “görevler” diyebiliriz. “Lisansüstü öğrenci” dediğimiz zaman yaş olarak çok da küçük bireylerden bahsetmiyoruz. Aramızda evli, çocuğu olan, tek başına geçimini sürdürmeye çalışan arkadaşlarımız var. Başarılı bir bilim insanı olmanın yanında, ilgili bir anne olmanız, ekonomik olarak özgürlüğünüzü kazanabiliyor olmanız, evinizi idare edebiliyor olmanız bekleniyor aslında. Bilimin ne yazık ki mesaisi yok, gerek laboratuvarda gerek bilgisayarın başında uzun vakitler harcıyor oluyoruz. Gerektiğinde geç dönüp laboratuvar dışındaki “görevleri” de tamamlamamız bekleniyor. Bu dengeyi tutturmak zor olsa da bize örnek olup yol gösterecek ülkemizde pek çok başarılı bilim kadını var. Çevremizde yükselen örnekleri gördükçe biz de aslında zor olsa da imkânsız olmadığını görüyoruz.
Tuğba: Her sabah kalktığında, seni evinden çıkıp laboratuvara getiren başlıca motivasyon nedir?
Nareg: Merak. Bilim yaptığınızda her gün yeni bir maceraya atılıyorsunuz. Araştırma yaparken kafanızda oluşan soruların cevaplarını arıyorsunuz. Her yeni gün, bu sorularınızın cevaplarına sizi bir adım daha yaklaştırma potansiyeline sahip. Ne yazık ki her gün bu merakla güne başlasanız da çoğu gün, çoğu sorunuzun cevabını alamıyorsunuz. Ama araştırmaların ve tüm bu gayretlerin sonucunun insanlığa en ufak bir katkısının olacağını bilmek, ana motivasyonum olan merakımı her zaman canlı tutuyor.
Tuğba: Bilimde cinsiyet eşitsizliğine şahit olduğunu düşünüyor musun? Cinsiyet eşitliği kavramı, senin jenerasyonun için ne ifade ediyor?
Nareg: Bilimde cinsiyet eşitsizliğinde yıllar boyu oluşan toplumsal kalıplaşmış fikirlerin ve önyargıların çok etkisi olduğunu düşünüyorum. Erkeklerin kadınlardan daha zeki ve daha başarılı olduğu gibi. Sürekli ilgi, zaman ve dikkat isteyen bilim ve bilimsel araştırmanın, kadınlara biçilmiş roller sebebiyle zor olacağı düşüncesi ne yazık ki hala çok yaygın. Lisansüstü eğitimde ve doktora sonrası araştırmalarda kadın oranı yüksek olmasına rağmen, bilimde basamaklar yükseldikçe cinsiyet eşitsizliği daha da belirginleşiyor. Yönetici pozisyonlarının ve karar mekanizmaları çoğunlukla erkeklerden oluşuyor.

Aslında bilimin cinsiyeti yok. Ve bahsettiğim bu eşitsizliğin kırılmaya başladığını da görüyoruz. Özellikle Koç Üniversitesi’nin bilimde cinsiyet eşitliği konusunda ülkemizde bir örnek teşkil ettiğini düşünüyorum. Eskiden “bilim adamı” olarak kullanılan terim yavaş da olsa yerini “bilim insanı”na bırakıyor. Gençlerin, bilime ilgi duyan kız çocuklarının takip edip örnek alabileceği çok başarılı kadın rol modellerini daha sık görüyoruz. “Kız başına nasıl bilim yapacaksın?” gibi fikirleri yıkan, tüm gençleri bilime ve araştırmaya teşvik eden birçok kişi ve organizasyonla tanışıyoruz.  Her kademede cinsiyet eşitliği için uygulanan düzenlemeler ve iyileştirmeler de aslında cinsiyet temelli önyargıları kırıyor. Umarım önümüzdeki yıllarda cinsiyet eşitsizliğini daha az konuşuyor olacağız.

Please find below a condensed and summarized English translation of the interview

Nareg Değirmenci has been engaged in cancer research within Prof. Dr. Tuğba Bağcı Önder’s research group since 2018. Their collaboration commenced during the Molecular Biology and Genetics Master’s program and has seamlessly transitioned into Nareg’s doctoral program, where she is developing her dissertation under the supervision of Prof. Dr. Bağcı Önder.

Nareg: What does gender equality in science mean to you?

Tuğba: For me, gender equality in science means creating a work environment where women and men have equal rights and opportunities. It also means having women leaders in decision-making and administrative positions, not just in academic roles, which affect all employees. It represents a world where no one is segregated due to their gender or lifestyle, where women and men can work together hand in hand, as a team. It signifies a world where the visibility of women is supported, and they can be acknowledged and encouraged.

 

Nareg: Are there any similarities or differences between the challenges you faced during your academic education and those faced by young women scientists today? Do you think there has been a positive change?

Tuğba: I’m not sure whether to answer this question based on the societal norms we live in or from my experiences at Koç University, where I work. In our work environment, the presence of young women scientists is definitely felt. Most of the team working with me in my laboratory are women. In our lab, no one is judged based on their sexual or ethnic identity, or life choices. You are accepted for who you are. As long as you work with determination and passion, your path is clear. Our laboratory is like a small slice of the society we dream of. We draw inspiration from the unifying, healing power of science. This is certainly a very positive change.

 

When I was a graduate student in the United States, I was privileged to work with a very supportive advisor. While working as a postdoctoral researcher, I observed a more competitive and stressful environment. When I felt despair, I developed ways to express myself, and took lessons from this experience. When I established my lab, I decided that ‘equal opportunity’ would be the most important principle I wanted to implement.

 

‘Gender equality’ is a topic that, in many parts of the world, remains only in words but gets lost in actions. Maybe due to cultural differences, this might not surprise you in Eastern countries, but in Western countries, in Europe, this has not been internalized until very recently. For instance, when I first started working, I attended a conference in Italy on cancer research. Believe it or not, all the speakers were men. In a field like ours, with a high number of female scientists, was there really no qualified woman scientist to speak at this important event? I touched on this issue during conference feedback, expressing my disappointment. Maybe not by coincidence, the next year the “Women in Cancer Research” award was launched for this symposium.

Despite everything, I see that there is an increase in awareness around the world, both in the field of science and in other fields. There are many good examples in this regard in our country, Koç University is one of them.

 

Nareg: Who are the women that have influenced and inspired your academic life? Can you tell us about them?

Tuğba: Certainly, like any scientist, I am inspired by famous women in science and have great respect for those who have made a difference in history. However, my answer to this question is a bit different. I think I’ve always been surrounded by people who inspire me. I am inspired by all colleagues who manage work-life balance well, who proceed bravely and confidently without overburdening themselves, without questioning their capabilities or doubting themselves.

 

Nareg: If you had the chance to meet yourself at my age, what advice would you give to your younger self?

Tuğba: I would advise her to have confidence in herself, to be aware of her own strength and abilities. I would also add that she is just at the beginning of her path and that life is actually about what it offers us while we are busy making plans.

 

Nareg: Can you share with us one of the proudest moments in your academic career and how it helped shape you as a woman in science?

Tuğba: For me, graduations have a special place. I was very proud at my own doctoral graduation; I was deeply moved when my name was called and my doctoral advisor placed the hood on me on stage. But I experienced an even greater pride when I graduated my first student. As you know, the graduation ceremonies at Koç University are wonderful. The first time I attended as a ‘professor’, I felt proud, and my eyes welled up with tears when handing the diploma to my student. The opportunity science has given me to make a difference around me while advancing in my own career is very precious to me. As a woman, I feel fortunate to be able to do the profession I love in a truly free and equal environment.

Tuğba: What is the biggest problem you face as a women graduate student in our country?

Nareg: As female graduate students, one of our biggest problems, which is actually common to women at every level in science, is the multitude of things we are expected to think about and take care of outside of science. These can be generally termed as ‘duties’ typically attributed to all women. When we talk about ‘graduate students’, we are not referring to very young individuals. Among us, there are those who are married, have children, and are trying to support themselves independently. Alongside being a successful scientist, you are expected to be a caring mother, economically independent, and able to manage your household. Unfortunately, science doesn’t have fixed working hours; we spend long hours either in the lab or in front of a computer. When needed, we are also expected to return late and complete our ‘duties’ outside the lab. Although maintaining this balance can be challenging, there are many successful women scientists in our country who serve as role models and guides. Seeing the rising examples around us, we realize that although it may be difficult, it’s not impossible.

 

Tuğba: Every morning when you wake up, what is the main motivation that drives you to leave your home and go to the laboratory?

Nareg: Curiosity. When you are engaged in science, every day is a new adventure. While researching, you seek answers to the questions that form in your mind. Each new day has the potential to bring you one step closer to the answers to these questions. Unfortunately, even though you start each day with this curiosity, most days you don’t get the answers to many of your questions. However, knowing that the results of these research efforts and all this hard work will contribute, even in the smallest way, to humanity, keeps my main motivation, my curiosity, always alive.

Tuğba: Do you believe you have witnessed gender inequality in science? What does the concept of gender equality mean for your generation?

Nareg: I believe that gender inequality in science has been greatly influenced by societal stereotypes and prejudices that have formed over the years, such as the belief that men are smarter or more successful than women. The notion that science and scientific research, which constantly demand attention and time, will be challenging for women due to the roles traditionally assigned to them, is unfortunately still widespread. Even though the proportion of women in graduate and postdoctoral research is high, gender inequality becomes more pronounced as one ascends the scientific ladder. Leadership positions and decision-making bodies are predominantly male.

In reality, science has no gender. And we are beginning to see these inequalities break down. I especially think that Koç University sets an example in our country regarding gender equality in science. The term ‘scientist’, which used to be referred to as ‘man of science’, is slowly being replaced. We see more successful female role models for young people and girls interested in science, who can be followed and emulated. We are encountering more people and organizations that shatter ideas like ‘How can you do science on your own as a girl?’, encouraging all young people towards science and research. The policies and improvements implemented at every level for gender equality are actually breaking down gender-based prejudices. I hope that in the coming years, we will be discussing gender inequality less.