Deniz: Çalışmalarınız dolayısıyla gözlemlediğiniz farklı iş kollarındaki cinsiyet eşitliği koşulları ile akademideki arasında bir fark var mı?
Fatoş: Tabii ki sahada toplumsal cinsiyet üzerine birçok farklı coğrafi bölgede çalışan biri olarak farklı dünyalar gözlemliyorum. Göreceli olarak akademik dünya bu konuda biraz kurtarılmış bölge sayılabilir.  Akademi tabii ki bir tekstil sektörü kuralları ile çalışmıyor.  Ama yanlış anlaşılmasın, nicelik olarak eşitlenmiş gibi görünen akademide de ciddi sorunlar var.  Günlük hayatta aşikâr olan toplumsal cinsiyete ilişkin birçok imge ve sembollere karşın, akademik alandaki işleyişler ve pratikler daha görünmez maalesef.

Birçok tartışmaya göre üniversiteler, toplumsal cinsiyetin doğallaştırılması konusunda en yetkin yapılardan biri. Yani akademik tarafsızlık söylemi kadınları dışlanmasında önemli rol oynayabiliyor.  Söylemek istediğim, akademideki profesyonel hiyerarşiler toplumsal cinsiyetten bağımsız, doğal bir şekilde oluşuyormuş gibi bir yanılsama yaratabiliyor.

Peki biz neden Türkiye’de akademinin daha eşit bir yer olabileceğini tartışıyoruz, ya da böyle bir algı var? Türkiye üniversitelerinde kadın akademisyen oranı Avrupa üniversiteleri dahil olmak üzere dünyadaki çoğu ülkedeki kadın akademisyen oranından daha yüksek.  YÖK istatistiklerine bakılırsa, kadın akademisyenlerin oranı yüzde 44,4. Ancak bunu sadece niceliksel görünürlük üzerinden değerlendirirsek hata yapmış oluruz. Toplumsal cinsiyet kültürüne ilişkin oldukça yanıltıcı sonuçlara varabiliriz.

Kadın akademisyen oranının Türkiye’de çarpıcı düzeyde yüksek olması, Türkiye’nin kendine özgü modernleşme deneyimiyle ilgili. Kemalist modernleşme projesi, eğitimin sekülerleşmesi kadınların yükseköğretime girmelerinin ve profesyonel hayata katılımlarının önünü açtı.  Bu dönüşümün bir de sınıf boyutu var tabii ki. Çünkü bu dönemde birçok profesyonel meslekte olduğu gibi akademide de ilk çalışmaya başlayan kadınlar kentli ve üst sınıf ailelerden geldi.

Aynı zamanda Türkiye’de tarihsel ve toplumsal olarak akademik kariyer kadınlar için uygun, güvenli ve saygın bir meslek olarak görülmüş. Girişimci ya da ticari faaliyetler yerine kadınların bu alanda çalışması hep daha uygun, kabul edilebilir bulunmuş. Kadınların kamusal alandaki rollerinin aileye ve özel alana ilişkin rolleriyle çatışmaması belki kadınların akademik alanda ilerlemelerinin önünü açmıştır; çünkü üniversitelerde çalışmak, öğretmenlik gibi kadınlara uygun bir meslek olarak görülmüş.

 

Ayrıca yüzde 44 kadın akademisyen oranı varken kadın rektör oranı yüzde 9,1, dekanlık kadrolarında kadın oranı ise yüzde 21,3.  Bu oranların devlet ve vakıf üniversiteleri olarak dağılımına bakıldığında vakıf üniversiteleri biraz daha dengeli durumda. Devlet üniversitelerinde görev yapan bütün rektörlerin sadece yüzde 4,7’si kadınken bu oran, vakıf üniversitelerinde yüzde 17’ye yükselmektedir.

Deniz: Cinsiyet eşitliği hakkında konuşmak sizce bu ayrımı kaldırmak için olumlu bir adım mı? Bu konuşmaların kapsamları ne şekilde olmalı? Cinsiyet eşitliğinin sağlanması için akademide yapılması gereken düzenlemeler nelerdir?
Fatoş: Akademinin bir bilim kurumu olarak, kendi konumunu ve yaşantısını eleştirmek konusunda gösterdiği isteksizlik ve direnci görmezlikten gelmek mümkün değil. Bu sanırım akademiye toplumsal olarak atfedilen ayrıcalıklı konumla da yakından ilişkili. Özellikle Türkiye’de gerek kadın ve gerekse erkek akademisyenlerin oldukça ayrıcalıklı bir konumu var. Bu konum toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini akademi bağlamında tartışma konusunda bir engel yaratıyor. Hem içerden hem de dışardaki algıdan kaynaklanıyor. Yüksek eğitimli, entelektüel ve “medeni” insanların çalıştığı bir yapı olan üniversitenin toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinçli bir kültüre sahip olduğuna dair yerleşik bir algı var kesinlikle.

Türkiye’de maalesef üniversitelerin kendi üzerine yaptığı çalışmalar çok az. Sadece atıf sayıları, araştırma bütçesi dağılım gibi niceliksel ölçütlerin kullanılmadığı ve daha çok mesleğin icrasının dayandığı tüm sosyal ilişkilerin bütüncül olarak ele alındığı bir yaklaşım gerekir. Kalıcı çözümler üretebilmek için cinsiyetçi söylemin en yaygın olarak yeniden üretildiği alanlar olan üniversitelerde bizlerin neler yapabileceğimiz konusunda düşünme ve tartışma ve araştırma olanakları önemli. İçeriye dönük eleştirel çalışmalar önemli.

Fatoş: Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında üniversitede çok açık olmayan ama sembolik olarak kırılmalar yaratan nelerden bahsedebilirsin?
Deniz: Okulumuzdaki kulüplerin cinsiyet temalı etkinliklerine yapılan bazı müdahaleler örnek verilebilir. Cinsiyet konusunda açık sözlü olmamak ve bazı noktalarda söylemin yolunu kapamak bence bu eşitsizliklere de yer hazırlıyor. Cinsiyet ile ilgili araştırmalarda erkek araştırmacılar azınlıkta kalıyor, bu konuyu belki de kendilerinin dışında kalması gereken bir şey olarak görüyorlar. Cinsiyete göre ayrılan her alan eşitsizliği besliyor, bunların yok edilmesi gereken alanlar olduğunu düşünüyorum. Cinsiyet bence herhangi bir alan veya konuşma için ana belirleyici olmamalı. Bu ayrımı yok etme konusunda en özgür üniversitelerden biri de Koç, ama daha az otonomiye sahip devlet üniversitelerinin yaptıklarını uygulamada geç kaldığını görebiliyoruz. Bunun ana sebebi de öğrencinin sahiplendiği alanların daha az olması ve karar mercilerine olan bağlılık, eğer bu eşitsizlikleri öğrenciler mücadele edip kaldırmazsa ve onlara ait alanlar olduğunu hissedemezlerse bir anlamı olacağını düşünmüyorum; sonuçta hepimiz üniversitelerden sonraki hayatımızda da bu değişimleri görmeyi istiyoruz.
Fatoş: Öğrencilerin akademi ve akademisyenler ve üniversite yapıları bağlamında toplumsal cinsiyet algıları nasıl? Yani öğrenciler Koç’taki akademik hayatı eşitlikçi olarak algılıyor mu mesela?
Deniz: Öğrenci bakış açısıyla ne kadar eşitlikçi olduğunu yüksek lisans öğrencileri daha iyi biliyordur diye düşünüyorum, zira lisans seviyesinde yönetimle ve hocalarımızla iletişimimiz daha az oluyor. Benim kişisel görüşüm her zaman eşitsizlikler olacağı yönünde, çünkü sizin de bildiğiniz üzere üniversiteler toplumun olaylara bakış açısını yansıtıyor, yani bu göz önünde bulundurulursa her zaman farkında olamayabileceğimiz eşitsizlikler olacaktır.
Fatoş: Akademinin cinsiyetçi olmaması pratik olarak mümkün mü?
Deniz: Mümkün değil, akademi başlangıcından itibaren belirli bir zümre için bir ayrıcalık, yer yer bir sınıf sabitleme alanı olarak kullanıldı ve bugünkü konumu da topluma tepeden bakan bir imaj çizdiği için toplumun ihtiyaçlarından ve durumundan çok uzak kaldı. Bu mesafeyi azaltma gibi bir çabası olmayan bir kurumun cinsiyetçiliği azaltma hedefinin oldukça yüzeysel kalacağına eminim, veriler de bizi bu konuda pek yanıltmıyor; STEM alanındaki iş koşullarının gittikçe azınlıkların aleyhine düzenlenmesi buna örnek gösterilebilir, akademide uzun vakit geçiren mezunların olduğu iş kollarındaki eşitsizlikler bence akademinin bu konudaki tutumunu da gözler önüne seriyor. Teorik olarak mümkün olsa da cinsiyet konusundaki hassasiyet asla karar mekanizması için seçici bir özellik olmadı akademide, bundan sonra da olacağını düşünmüyorum, ama tüm bunlar tabii ki çabalamamıza engel değil. Sonuçta bir eşitlik olacaksa buna en çok yaklaşabilecek olan da akademidir. Türkiye özelinde akademisyen seçimleri başlı başına bir sorunken bunun mevcut düzenlemede mümkün olmayacağına eminim.

Please find below a condensed and summarized English translation of the interview

Deniz: Is there a difference between gender equality conditions in various industries you have observed and those in academia?

Fatoş: Certainly, as someone who has worked on gender issues in various geographical regions, I observe different worlds. Relatively, the academic world can be considered a somewhat liberated zone in this context. Academia, of course, doesn’t operate under the same rules as, say, the textile sector. However, don’t be mistaken, there are serious problems in academia, where gender parity seems to have been achieved quantitatively. The day-to-day obvious gender-related images and symbols contrast with the more invisible operations and practices in academia.

In Turkish universities, the ratio of female academics is higher than in most countries, including European universities. According to the Council of Higher Education (YÖK) statistics, this ratio is 44.4%. However, assessing this only in terms of quantitative visibility would be misleading and could lead to deceptive conclusions about gender culture. The strikingly high rate of female academics in Turkey is related to Turkey’s unique experience of modernization. The Kemalist modernization project and the secularization of education paved the way for women’s entrance into higher education and professional life. There’s also a class dimension to this transformation. During this period, like many professional fields, the first women to start working in academia came from urban, upper-class families.

Deniz: Do you believe that addressing gender equality is a positive stride in eradicating discrimination? What should be the extent of these discussions, and what regulations are essential in the academic realm to ensure gender equality?

Fatoş: It’s challenging to overlook the academy’s reluctance and resistance to self-criticism as a scientific institution. This is closely tied to the socially privileged position attributed to the academy, which both male and female academics enjoy in Turkey. This privileged stance becomes a barrier to addressing gender inequalities within academia, influenced by both internal and external perceptions. There’s an entrenched notion that universities, as places where highly educated and “civilized” individuals work, inherently possess a culture conscious of gender equality.

Regrettably, in Turkey, universities conduct very few self-assessment studies. We need an approach that goes beyond merely quantitative criteria like citation numbers and research budget distribution, addressing all social relations integral to the profession comprehensively. To create lasting solutions, it’s crucial to have opportunities for contemplation, discussion, and research within universities, where sexist discourse is frequently reproduced. Inward critical studies play a vital role in this process.

Fatoş: What can you mention about the subtle but symbolically significant disruptions caused in the context of gender inequality at the university?

Deniz: Interventions in gender-themed activities of school clubs can be cited as examples. Avoiding openness on gender issues and closing the path of dialogue in some respects paves the way for these inequalities. In gender studies, male researchers are in the minority, perhaps viewing the topic as outside their domain. Segregation by gender in any area perpetuates inequality. Despite being one of the most liberal universities, Koç University lags in implementation compared to less autonomous state universities. This is primarily due to fewer student-owned spaces and reliance on decision-makers. If students do not fight to eliminate these inequalities and feel ownership over these spaces, the purpose is lost. We all hope to see these changes in our post-university lives.

Fatoş: How do students perceive gender roles in academia and university structures? So, do students perceive the academic life at Koç as egalitarian, for example?

Deniz: From a student’s perspective, master’s students might have a better understanding of this, as undergraduate interactions with administration and professors are less. My personal view is that inequalities will always exist because universities reflect society’s perspectives, and there are always inequalities we may not be aware of.

Fatoş: Is it practically possible for academia to be non-gender biased?

Deniz: It’s not possible, as academia has historically been a privilege for certain groups and a means of solidifying class. It has maintained a distant image from societal needs and lacks the effort to bridge this gap. Any institution not striving to reduce this distance will likely remain superficial in addressing gender bias. This is evident in the increasing minority-unfriendly conditions in STEM fields and the inequalities in industries with a high concentration of academic graduates. Even though it is theoretically possible, sensitivity regarding gender has never been a selective feature for the decision-making mechanism in the academy, and I do not think it will be in the future, but of course, all this does not prevent us from trying. Ultimately, if there is to be equality, the one that can come closest to this is the academy.